Bu Blogda Ara

deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
deneme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Aralık 08, 2024

hayır o değil

 

Yaşam bazen çok komplike olacağı gibi bazen de çok basit olabiliyor. Bazen yüzyıllar evvel yaşamış insanların iki elleriyle yaptıkları şeylerin, iki dudaklarının arasından çıkan sözlerin içine hapsolmuş buluyoruz kendimizi. Oysa hayat ona ne mana yüklüyorsak sadece o idi. Ve İnsan asıl mana yüklemezse ölürdü… Anlamsızlığa anlam yükleyenler dahi şanslı kümedendi ve bir de anlamsızlığa anlam yükleyemeyenler vardı. Bir şeyler onlara sen anlam yüklediğin müddetçe var olmayı sürdürecekti ve bir gün o yüklediğin anlam denizinde kendi kendini boğacaktın. Kutsalların olacaktı, aklını kullanmadan destekçisi olup inandığın kutsalların… Belki de öyle bir kutsal seçecektin ki kendine, uğrunda ölüp öldürecektin. Peki ya yüklemediğin manalar… Onlar da bir yığın yokluk olup nefessiz bırakmayacak mıydı seni? Hiçbir şeyin manası yok deyip kahkaha attıktan on beş dakika sonra boşluğa kucak açmayacak mıydın? O boşlukta seni bir şey beklemiyor, sarılamayacaksın…



Cuma, Kasım 22, 2024

mutluluk zorlantısı

sezgilerime göre yaşamam ne hissettiğimi ne önemi var? yapacaklarımı ve yapmayacaklarımı duygularım belirlemez ne hissettiğimin ne önemi var? hayal değil plan kurarım ne hissettiğimi ne önemi var? işlerim ne verimli ne de verimsiz olmaz ne hissettiğimin ne önemi var?


hissetmek yaşayanlar için geçerlidir, bir kere hissetmeye başlamanız demek ölümü de göze almanız demektir. kurtlar vadisi'nde dediği doğru sanıyorum; bazılarımız ölümü değil yaşamayı göze alıyor. bazılarımızın aradığı şey bu dünyada değil o yüzden asla bulunamayacak olandır aranan ve bu dünyadan olmadığı içindir ki ne olduğu da bilinemez. 


zorunlu değiliz mutlu ya da mutsuz olunmaya. oysa insanlar yanılıyor. tutturulmuş bir mutluluk hali, ne olduğu da bilinmiyor sürekli değişiyor adı. ve sadece ısrarla elde tutulmaya çalışılıyor. şu halde mutluluk bir çaba olmalı; yokluğu istenmeyen ve varlığı sizi sürekli bir şeyler yapmaya mecbur bırakan bir çaba. oysa mutluluk zorla olmayandır. peki şu elde zoraki tutulup bırakılmak istenmeyen şey de nedir? mutluluğun zoruntası mı? üzerine misk sıkılmış bir kaç korku kırıntısı mı? nedir o? her mutluluk iyi olmadığı gibi her mutsuzluk da kötü değildir. bildikçe, farkında oldukça komplike olan zihnimiz ve dünyamızda mutsuzluk elde ettiğimiz sonuçlardan sadece biridir. bunu kabul etmek de bir olgunluktur. her şeyin bir bedeli yahut sonucu vardır. asıl mutsuzluk bu sonuçları yok saymaktır. son derece makul ve mantıklı olan mutsuzluğunu zoraki yaptığın mutluluğun(!) yerine koymaya çalışmak bir denklemde uygun olmayan bir değeri ısrarla x'in yerine koyup cevabın doğru çıkmasını beklemek gibidir. mutluluk ve mutsuzluk kabulden gelebilir ama mutluluğun zorlamadan gelmeyeceği kesin. 


sonuç; mutluluk var olandır, keşfedilir, arzulanır oysa ölesiye peşinden koşulmaz zira doğasına aykırıdır.



Cumartesi, Eylül 07, 2024

Belki de tesadüftü

Soğuk gri bir kış günü. Başında köylü şapkası, elleri ceketinin cebinde buna karşın atkısı yok, ceketinin yakalarını kaldırmış... Konsolosluğun önünden geçerken adımları sabitti. Rüzgar sert esmeye başladı ve yükseklerde hareket eden bir şey dikkatini çekti, kafasını kaldırdı. Sallanan bayrağa takılan gözleri ardından Büyük Birader'in bakışlarıyla buluştu. Çok sert ve ikna edici bakıyordu. Bakışlarda boğulduğunu, tetkit edildiğini hissetti. Kravatına bakıyor gibiydi. Elleriyle istemsizce yokladı. Boynunu eğdi ve onu gevşetti. Ardından derin bir nefes aldı, yoldan karşı karşıya geçmek için yaya yolundaki düğmeye basmayı düşündü zihninde. Geldiğinde ise ellerini cebinden çıkarmadı, dirseğiyle dokundu düğmeye ve beklemeye başladı. Arkasından bir el omzuna bastırır gibi oldu. Bu kalabalıkta normaldir yanlışlıkla olmuştur diye geçiştirdi. Lakin bu bastırış ikincisinde daha ısrarcı ve netti. Arkasını döndü. Kendisinin bir başka versiyonu olan adama bakışlarını  sabitledi ve beklemeye koyuldu. Adam "Sen ne yaptığını  sanıyorsun? az evvel seni gördüm" dedi.  Bakışları sertleşmiş ve kaşları çatılmışsa da hiçbir şey anlamadığı için ne cevap vereceğini bilemedi. Neyi görmüştü? "Az evvel Büyük Birader'e saygısızlık yaptın, yürüyordun ama nefretini kusmak için yolun ortasında durup ona baktın, gördüm nefret dolu baktın. Belli, sesini çıkaramıyorsun ama bakıp kravatını gevşettin. Seni anarşist!" Büyük Birader lafını duyanlar da etrafta birikmeye başlamıştı. Bir kadın şemsiyesini adama doğru tutup uzaklardan bağırarak gelmeye başladı. "Evet, ben de gördüm. Sonra bu adam yaya geçidi düğmesine direseğiyle bastı." Bankta yan yana oturan bir çiftten kız olan " Böyle yaparak Birader'e karşı çıktığını sanacak kadar acizdir bu gördüğünüz adam!" demesine kalmadan yanındaki erkek arkadaşı " Hayır, aklınca parmak izini bırakmıyor işte" dedi. O sırada sokağa bir  bastonun sesi doldu. Bakışlar o yöne doğru kaydı. Gri bir ten, ince uzun bir çehre, kızarmış gözler ve keten soluk yeşil takım elbise içerisinde bir adam... Herkes merakla adamın yaklaşmasını izledi. Gelen adam son baston sesinden sonra konuşmaya başladı "Suikast!" Herkes dehşete düşmüştü. Ağızlardan bir "hii" sesi döküldü. Adam aldırmadı ve devam etti fakat kısık sesle, kelime kelime konuşuyordu. "Büyük Birader'e" "O yüzden her yeri örtülü, parmak izi bırakmıyor ve o intikam dolu bakışlar..." Derken arkasını döndü bir iki adım attı ve ellerini kaldırdı, baston tek elinde sallanmaya başladı. "Bu adam Büyük Biraderimize bir suikast girişiminde bulunmayı planlamıştı. Hepimiz yarın saygıdeğer Biraderimizin konsoloslukta bir balkon konuşması yapacağını biliyoruz. Ve işte bu suikastçi  gelip ortamı yokladı, her yerini örttü, tanınmayacağını sanıyordu.  Alacağını aldıkan sonra da hiçbir iz bırakmadan gitmeyi planlamıştı." Bir kadın korkuyla bebek arabasındaki küçük çocuğunun kulaklarını kapattı. Herkes bu suikastçinin korkusuyla bir adım geri çekildi. Adam şaşkınlık ve dehşet içerisinde hakkında söylenenleri izliyordu. Korkudan iki büklüm ve sesi çıkmıyordu. Derken kalabalığın yarıldığını ve gri üniformalı muhafızların geldiğini gördü. Kimse yoldan çekilmeme kibarlığını göstermedi. Herkes adeta "Hayır, o ben değilim" dercesine açıyordu yolu. Yaşlı, bu soğuğa rağmen neredeyse hiçbir şey giymemiş çıplak ayaklı ve şu ana kadar hiç konuşmamış olan bir adam işaret parmağıyla onu işaret etti. "İşte bu!" Bir şey demeye gerek yoktu, herkes bilirdi, muhafızlar dokundularını bırakmaz ve konsolosluğa giren alt sınıf çıkamazdı. Zavallı adamın kollarından sürükleyerek demir kapıların ardına götürdüler. Kimse fark etmemişti bu adama konuşma sırasının gelmediğini. Ses tonu nasıldı kimse hiçbir zaman bilemedi ve belki de konuşup konuşamadığını. Sadece "BÜYÜK BİRADERİMİZ ÇOK YAŞA!" "SUİKASTÇİ ANARŞİSTE ÖLÜM!" nidaları yükseliyordu demir kapıların ardında güvende (!) kalanlardan. Adamın karanlığa boğulmadan son duyduğu şey gene o yaşlı ve ayakkabısız adamın ağzından çıkan "Belki de tesadüftür, evrenin bile tesadüfen olduştuğuna inananlar bu adamın bir ihtimal de şimdi tesadüflere kurban gidebileceğini niçin düşünmüyor?" sözü oldu.





sitare

 umut verme bana nazenin  yaşatır sanırsın, ölüveririm öyle sımsıcaklığını duyumsatma bana berceste ısıtır sanırsın, kuytu köşelerime kar ya...