Bu Blogda Ara

keşfetme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
keşfetme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Mart 16, 2024

sanrıları

 hiçbir vaat bu dünyaya barış getirmeyecekti

insanları barışı görmek için değil göreceğine inanmak için yaşarken

kaos olmasa hayatta kalamazdık ki

ve biz dünya için yas tutacaktık

yas tutmak yaşatacaktı bizi

inançlı ve inançsızlar olarak ayrılacaktık

inançlılar güzel günleri bekleyecekti, inançsızlarsa sonsuz sessizliği arayacaktı

ama kimse aradığını bulamayacak,

ve bir vakit güneş batayazarken, birisi eline televizyon kumandasını aldığında, okyanusta bir balık kolonisi yüzerken yahut; var olurkenki sancımızı da alıp yanımıza, yok olacaktık...



Perşembe, Mart 07, 2024

gülüm...

 bazı geceler vardı çocukluğumda

 karanlığında ben neyi bilmiyorsam saklayan,

gökyüzünden geçen yeşil-kırmızı ışıklı uçakları sayardım

tanıdık bir yüz görmek gibi gelirdi 

o soğuk akşamlarda geleceğime meydan okurdum

küçük, çokça küçük hissederdim kendimi

ya nizamiye kapısında görünmez olursam

ya hazır saymazlarsa beni,

ya red yersem senden...

bir tepeye çıkardım ikindi vakitleri

ellerimde çiçekler, gün batıyor ve önümde alabildiğine dağlar,

hiçbir yere gitmeden her yere gideceğim hissi dolardı içime

çok büyüyünce, daha da çok büyüyünce o dağlarda eğitim alıyorum

ve bir rüzgar esiyor yüzüme;

geç kalmışım gibi hissediyorum

hayatıma geç kaldım, amacıma geç kaldım, yaşamaya ve yaşatmaya geç kaldım!

ürperiyorum...

sevilmekten de geçecek kadar sevebildiğime şaşıp kalıyorum ardından 

hem korkuyorum hem de umut diliyorum kendime gelecek için,

hiç yaşamadığımı özlüyorum, yüküm ağır geliyor ve yamaca oturuyorum

konuşsam iyi gelecek, boyuna susuyorum

sevmenin bedelini anlıyorum, gözlerime doluyorsun...

seni kendimden geçercesine seviyorum, duymuyorsun

senin için yaşıyorum, üzerine alınmıyorsun

kırmızına inat parça parça bölünüyorum, sen ölümü bile kabul etmiyorsun...gülüm

b


Pazar, Ağustos 13, 2023

acı çekmecesine bilmek

evrenin bir altın ortası var. bunu Aristotales görmüş olmalı. belli bir dozaja kadar bilgi şart fakat sonrası yük olmaya başlar bilgi öğrendikçe gelişen beyninde. dikkat edin bilgi öğrenmek, bilgiyi ezberlemek değil. cahil, yarı cahil ve bilgin. en tehlikelisi kişi için bilgin olmak fakat kişiler (toplum manasında) için en tehlikelisi de yarı cahil olmak. tümevarım yapalım; yarı cahil insan cahil insandan daha beterdir. çünkü yarı cahil olan birey bildiği kısım ile bilmediği kısmı kapatmaya çalışır. bilir, bilmediğini de yorumlar. bilmediğini yorumlama hakkı ona daha evvel bildiği şeyler tarafından verilmiştir. ve yarı cahillerin bir de bildiğini sandıları vardır. sorun şu ki hepimiz yarı cahiliz. peki ya bilgin olmak? kişinin felaketi... çok bilmek kendine acımayan insanların yapabileceği bir şeydir. bilmekten çekinmemek... cesaret işi, çünkü ''neyden korkarsın?'' demişler ''bilmediğim ne varsa'' demiş. bilmek uğruna mutluluğu feda etmek, edebilmek... şu an Türkiye'de sınır dışı  operasyonlarında neler oluyor bilmiyorum, yeraltı dünyasında bugün kimin en sevdiğinin kanı döküldü bilmiyorum, okusam ömür boyu aklımı kurcalayacak bir soru bekliyor belki de beni şu etrafımı sarmış kitapların arasında fakat ben okumadım ve bilmiyorum... şimdi düşünün ve bu saydılarımın hepsini bildiğimi tahayyül edin. bilmek iyiydi diyorduk değil mi? oysa, oysa gittikçe bilmek yüke dönüşüyor. senin aklına dahi getirmeyip bilmeyerek daha rahat yaşadığın bu dünyada birileri nelere kafa patlatıyor ve ne düşüncelere gark ediyor zihnini. şimdi ya bilmekten çekinmeyeceksin ve o bilmek dozajını aştığında acı çekeceksin yahut bir yarı cahil olarak kalıp bildiğini de bilmediğini de enn iyi ve enn çok sen bileceksin. bunu fark etmeyeceksin çoğu vakit. bir açıklaman olacak yaptığın yorumların için ama fark edersen eğer kendinden iğreneceksin, işte o an gözlerine kirpiklerin ''acizlik'' diye batıyor olacak.

Cumartesi, Ağustos 12, 2023

neden çarpanları-asal çarpanları

                      

sevmediğin şeyleri kendine yük olarak görmek yerine niçin onu dönüştürüp kullanmayı denemiyorsun? bu, evin köşesinde kullanmadığın bir konsolu üzerine düşünerek işe yarar hale getirmek ve bir köşeye atmaktansa başköşeye oturtmak gibi bir şey olabilir. bu noktada matematiğin bir konusunu dönüştürülebilir.

 herkes senin hissettiğini hissetmez. sen bile bazen neyi niçin yaptığını kalbin ve aklınla kestiremiyor olabilirisin. fakat insanın anlama ve algılama gereksinimi yatsınamaz. şu halde kaçınılmaz sonuç ''neden'' sorusudur. ve nedenler son derece doğurgandır. sorgulamak gerekir. ve bunun için bir metod kullanabilirsin, adı mı ne?

neden çarpanları adı verilen kavram da bu şekilde ortaya çıkıyor. bağdaştırılan şey ise matematikteki ortaokul asal çarpanları konusu. bu konu vakit geçirmeyi çok sevdiğim bir parkta kendimle vakit geçirirken bulundu. komplike olmayacak bir örnek vererek başlamak istiyorum. bugün  pasta yedin. ilk neden çarpanımızı kullanalım ve niçin pasta yediğini soralım. çünkü canının istediğine karar verdin. peki niçin canın istedi? çünkü bugün sosyal platform algoritmanda bir pasta gördün ve canını çektiğine karar verdin. hey niçin o pastayı gördün ki? çünkü algoritma senin zevklerine göre düzenlenir ya çoğunluk ihtimaldesin ve pasta görme olasılığının yüksek olduğu bir algoritman var ya da az olan ihtimaldesin ki bu da algoritma karşına yeni bir şey çıkardı demektir. pasta yemenin sebebinin algoritma olmuş olması tuhaf değil mi?

çoğu zaman ''niçin'' demiyor insan yahut tek bir niçin sorusuyla yetiniyor. görüldü. bir şeyin tek bir nedeni olabilir kuşkusuz ama olmayabilir de. üstelik nedenler birbirinden etkilenir vaziyette iken. velhasıl al gardını ne nedenler var karşında kuşanmış duran, hem de ne nedenler. 

        belki ben de gidip bu yazıyı niçin yazdığımın neden çarpanlarını yapmalıyım :))


sitare

 umut verme bana nazenin  yaşatır sanırsın, ölüveririm öyle sımsıcaklığını duyumsatma bana berceste ısıtır sanırsın, kuytu köşelerime kar ya...