Bu Blogda Ara

bu konuya ne denir ki! etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bu konuya ne denir ki! etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Ağustos 30, 2025

gibi...

 içimde arayıp duruyorum seni

gökyüzüne bakınca her seferinde görecekmişim gibi

kalbimle ilk tanıştığın an duyduğum heyecan

asla gerçek olmayacağını es geçmişim gibi

seni yaşayan insanlar varken

ben sadece bir yerelerde, uzak bir yerlerde var olduğunu biliyormuşum gibi

kana kana tadarken bildiklerim seni

ben sana en benzeyen parçamı durup durup içime çekiyormuşum gibi

unutmak istiyorum, bilmek istemiyorum, hissetmek istemiyorum

yine de senden kaçtıkça sana varıyormuşum gibi

çık kalbimden diyorum, sanki kalbimin sen olduğunu görmüyormuşum gibi




Cuma, Ağustos 22, 2025

yaşa diye veriyorum kanlarımı

akşam çökünce duyduğum tüm seslerde
şafak sökerken aldığım bütün nefeslerde
bir suyun dibinde sürüklenen her çakıl taşında 
ve kırmızının en koyu tonunda ben yalnızca seni buldum gülüm 

gece yarıları gökyüzüne her bakışımda
aklım erip varlığımı varlığınla taçlandırdığımda
hiçbir şeyi değil tek seni sevdiğimde
ve senin bana sırtını her dönüşünde ben çoktan kölen olmuştum gülüm

vazgeçmek vakti geldip geçeli çok oldu senden
koparmaya çalışıyorum halen ilk düğümü kalbimden
ve sonuna gelene kadar ömrümü tamamlamış olacağım
sen başka gönüllerin ırmağında hayat bulurken 



Pazartesi, Mart 31, 2025

neye yarar


durup durup da yoklama

hâlâ geliyorum sanırım 

kapanmaya yüz tutmuş göz kapaklarım

ben seni kırmızından da tanırım

beni tanımamandan da tanırım 


hâlâ sana yaşıyorum sanırım 

nefesi sen varsın diye ciğerlerime salarım 

kaçtır görmüyorsun ya çok kırgınım 

korkma hâlâ bu yolu "sen, sen!" diye adımlarım


umudu da kestim sanırım 

bu yüzden yıllar sürer ancak bir adımım

bir fecir vakti kokunu duyarım 

duyarım da neye yarar 

sen Ankara'dasın ben İstanbul'dayım 

Cumartesi, Şubat 01, 2025

nereye ve neden


nereye gittiğini merak ediyorsun. gittiğin yerin bir anlamı olacak mı, merak ediyorsun. dünyanın yaşanmayacak hale geldiğini izleyerek kendine hedefler koymanın absürtlüğü ile bakışıyorsun.

Mars'a giden Rover, Çin'den gelen ikinci bir virüs (!), uzaklaştırma almasına rağmen eski eşinin üzerine benzin döküp yakan bir adam, gittikçe saldırganlaşan bir toplum, asla değmeyecek insanlar için canlarını ortaya koyup feda eden Mehmetçikler, dünyalarını dedikoduya adayanlar, ünlülerin ilişki haberlerini anlatan magazin sayfaları, falanca markette indirimlerin geldiğini bildiren reklamlar, Suriye'de; Ukrayna'da; Gazze'de ölen onca masum can, yeni çıkan aptalca şarkılar, hala tırnak uzatmaya kızan ebeveynler, resim çizmenin günah olduğunu savunanlar, chatgbt'ye "insanlığı yok edecek misin?" diye soranlar, halkın umarsızca ezildiği o iğrenç çıkarcı düzen...

Hayvan çiftliğinde olduğu gibi aklını kullandıkça domuzların içerisinde yaşadığını fark ediyorsun. Özgür olmadığını hissediyorsun, dahası biliyorsun. kafasını kullananın kafası eziliyor. satrançta bir piyonsun, hoş at olsan da değişmez ya şaha göre seni yönlendiriyorlar. sen de oturup hangi geleceğe niçin çalışacağını düşünüyorsun. ardından üç kuruş para kazanmak isteyen yirmi yaşındaki genci tag kullanıyor diye taksi çetesi darp ediyor. etrafındaki kimsenin haberi yok umurunda da değil zaten, uykusundan yeni uyanmış da kafası henüz çalışmıyormuş. 

dünya yediye bölünmüştü şimdi ise insanoğlu onu iki yüz sekiz  yaptı. İlk başta farklı yerlerde yerini kurmuş insanlar vardı sadece. bir devletin doğuşu yanında ikinci bir devleti mecbur kıldı ve ikinci bir devletin kuruluşu savaşı getirdi. o günden beri kendisiyle savaştı insan, o günden beri maşa olarak kullanılmaktan bıkmadı insan.

çekip gitmek istersin ama nereye, hiçbir şeyin olmasa varoluş sancıların olacak. insan bir şey yapmaya gelmedi dünyaya ve acı çekiyor boylu boyunca. 

sonuç; inan ben de bilmiyorum.

Cuma, Ocak 24, 2025

etrafımda yalnızım


etrafımda yalnızım
yalnızlığım dolu dolu
ağzımı açamıyorum, dilim kıpırdayamıyor
nefes alamıyorum, hayat içime dolamıyor


gözlerimde suskunum
sessizlik boğazımda boğum boğum
saçlarım arsız rüzgarla sessizce boğuşuyor
nefes alamıyorum, iç çekince hayli ses çıkıyor


ellerimde umutsuzum
avuçlarımda hayal kırıklıklarım sere serpe
parmaklarım dahi bitişmiyor birbirlerine
koşamıyorum, yok halim
sana gerçeği hiçbir vakit söylemeyeceğim


ve yine zihnimde hala o aptal gülümseme
yokluğunla anlaşamadık gülüm
bizi daha fazla cana ciğer etme!..







Pazar, Ekim 06, 2024

unuturdum ya muhakkak





Öğretselerdi düşünmemeyi unuturdum seni
ya da ezelden beri iş o ya  
hiç denk gelmese idim sana işte o zaman unuturdum muhakkak
hiç tanımasaydım sevmezdim seni
oysa ben seni hiç bilmiyorum
köşebaşında o alacalı renklerine rastlamasa idim oluru yok tutulmazdım sana 
ben sana hiç rastlamadım
bilmem ki acınası halimi nasıl anlatsam
var olmasam adamazdım kendimi sana
oysa ben sensiz bir nefes olsun alamadım 





Perşembe, Eylül 19, 2024

anlamayı hissetti

 kendimi toy sanardım, hayat peşinden koşturdukça çocuk olanı anladım

çok istersem elde ederim sanmıştım oysa kalbim soğuyunca önüme konduğunu anladım

bir kap yemek isterken bir çift ayakkabı bulduğumda anladım

ya içime asla gidilemeyecek bir menzil konulduysa dediğimde

çok sevip vazgeçtiğimde

büyüdükçe özerkleşmeyip sadece herkesleşince

bir gün korkum sahiden oldu;

seslerimi susturup uyumak istedim deli gibi ve sandalyemde güneşi doğurdum mıh gibi

bir gün nefretim sahiden oldu;

ve ben "onu" bekledim "o" asla gelmeyecek gibi...







Cumartesi, Mart 16, 2024

sanrıları

 hiçbir vaat bu dünyaya barış getirmeyecekti

insanları barışı görmek için değil göreceğine inanmak için yaşarken

kaos olmasa hayatta kalamazdık ki

ve biz dünya için yas tutacaktık

yas tutmak yaşatacaktı bizi

inançlı ve inançsızlar olarak ayrılacaktık

inançlılar güzel günleri bekleyecekti, inançsızlarsa sonsuz sessizliği arayacaktı

ama kimse aradığını bulamayacak,

ve bir vakit güneş batayazarken, birisi eline televizyon kumandasını aldığında, okyanusta bir balık kolonisi yüzerken yahut; var olurkenki sancımızı da alıp yanımıza, yok olacaktık...



Perşembe, Mart 07, 2024

gülüm...

 bazı geceler vardı çocukluğumda

 karanlığında ben neyi bilmiyorsam saklayan,

gökyüzünden geçen yeşil-kırmızı ışıklı uçakları sayardım

tanıdık bir yüz görmek gibi gelirdi 

o soğuk akşamlarda geleceğime meydan okurdum

küçük, çokça küçük hissederdim kendimi

ya nizamiye kapısında görünmez olursam

ya hazır saymazlarsa beni,

ya red yersem senden...

bir tepeye çıkardım ikindi vakitleri

ellerimde çiçekler, gün batıyor ve önümde alabildiğine dağlar,

hiçbir yere gitmeden her yere gideceğim hissi dolardı içime

çok büyüyünce, daha da çok büyüyünce o dağlarda eğitim alıyorum

ve bir rüzgar esiyor yüzüme;

geç kalmışım gibi hissediyorum

hayatıma geç kaldım, amacıma geç kaldım, yaşamaya ve yaşatmaya geç kaldım!

ürperiyorum...

sevilmekten de geçecek kadar sevebildiğime şaşıp kalıyorum ardından 

hem korkuyorum hem de umut diliyorum kendime gelecek için,

hiç yaşamadığımı özlüyorum, yüküm ağır geliyor ve yamaca oturuyorum

konuşsam iyi gelecek, boyuna susuyorum

sevmenin bedelini anlıyorum, gözlerime doluyorsun...

seni kendimden geçercesine seviyorum, duymuyorsun

senin için yaşıyorum, üzerine alınmıyorsun

kırmızına inat parça parça bölünüyorum, sen ölümü bile kabul etmiyorsun...gülüm

b


Cuma, Şubat 16, 2024

biz işte

 bir salıncak sırasında rastladım çocukluğuma

gözlerim hiç değişmemiş, kim bilir yine ne düşünüyorlar 

işte biri sıramı çalıyor, ses çıkaramıyorum; gözlerim doluyor, ağlayamıyorum 

derken akşam oluyor, eve giden yolu uzatıyorum 

anneme çiçekler topluyorum yol kenarlarından

 tanıdıkları görüce kafamı öne eğiyor, utanıyorum 

evin önüne geliyorum, perdeler çekili ve ışıklar açık, giremiyorum

bağırtılar çıkıyor sızıntı pencerelerden, kulaklarıma doluyor, tıkıyorum, susmuyor, yüreğimde duyuyorum

kafamı kaldırıyorum, dün bisiklet sürmeyi öğrenen halim yokuş aşağı geliyor; boğazımı düğümlüyorum

çalılıklara uçuşumu seyrediyorum, her bir dikenin battığı yeri hissedebiliyorum, sesimi çıkarmıyorum mendilimi çıkarıyorum

temiz olmalıydı lakin yarın elime bulaşan motor yağını sileceğim, kirlenecek

ve dünün yaralarını sarıyorum

görünürde iz yok ama biliyorum ki içeridedir

ve yedi yıl sonra dahi gene arkamdaki kaldırıma oturacağımı bilerek çömeliyorum, dizlerimi çekiyorum kendime, kafamı yaslıyor, uykuya dalıyorum

ne dünüme ne de yarınıma; bugünüme ait uykuma dalıyorum...




sitare

 umut verme bana nazenin  yaşatır sanırsın, ölüveririm öyle sımsıcaklığını duyumsatma bana berceste ısıtır sanırsın, kuytu köşelerime kar ya...