nereye gittiğini merak ediyorsun. gittiğin yerin bir anlamı olacak mı, merak ediyorsun. dünyanın yaşanmayacak hale geldiğini izleyerek kendine hedefler koymanın absürtlüğü ile bakışıyorsun.
Mars'a giden Rover, Çin'den gelen ikinci bir virüs (!), uzaklaştırma almasına rağmen eski eşinin üzerine benzin döküp yakan bir adam, gittikçe saldırganlaşan bir toplum, asla değmeyecek insanlar için canlarını ortaya koyup feda eden Mehmetçikler, dünyalarını dedikoduya adayanlar, ünlülerin ilişki haberlerini anlatan magazin sayfaları, falanca markette indirimlerin geldiğini bildiren reklamlar, Suriye'de; Ukrayna'da; Gazze'de ölen onca masum can, yeni çıkan aptalca şarkılar, hala tırnak uzatmaya kızan ebeveynler, resim çizmenin günah olduğunu savunanlar, chatgbt'ye "insanlığı yok edecek misin?" diye soranlar, halkın umarsızca ezildiği o iğrenç çıkarcı düzen...
Hayvan çiftliğinde olduğu gibi aklını kullandıkça domuzların içerisinde yaşadığını fark ediyorsun. Özgür olmadığını hissediyorsun, dahası biliyorsun. kafasını kullananın kafası eziliyor. satrançta bir piyonsun, hoş at olsan da değişmez ya şaha göre seni yönlendiriyorlar. sen de oturup hangi geleceğe niçin çalışacağını düşünüyorsun. ardından üç kuruş para kazanmak isteyen yirmi yaşındaki genci tag kullanıyor diye taksi çetesi darp ediyor. etrafındaki kimsenin haberi yok umurunda da değil zaten, uykusundan yeni uyanmış da kafası henüz çalışmıyormuş.
dünya yediye bölünmüştü şimdi ise insanoğlu onu iki yüz sekiz yaptı. İlk başta farklı yerlerde yerini kurmuş insanlar vardı sadece. bir devletin doğuşu yanında ikinci bir devleti mecbur kıldı ve ikinci bir devletin kuruluşu savaşı getirdi. o günden beri kendisiyle savaştı insan, o günden beri maşa olarak kullanılmaktan bıkmadı insan.
çekip gitmek istersin ama nereye, hiçbir şeyin olmasa varoluş sancıların olacak. insan bir şey yapmaya gelmedi dünyaya ve acı çekiyor boylu boyunca.
sonuç; inan ben de bilmiyorum.











