Bu Blogda Ara

sorgulama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sorgulama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi, Şubat 01, 2025

nereye ve neden


nereye gittiğini merak ediyorsun. gittiğin yerin bir anlamı olacak mı, merak ediyorsun. dünyanın yaşanmayacak hale geldiğini izleyerek kendine hedefler koymanın absürtlüğü ile bakışıyorsun.

Mars'a giden Rover, Çin'den gelen ikinci bir virüs (!), uzaklaştırma almasına rağmen eski eşinin üzerine benzin döküp yakan bir adam, gittikçe saldırganlaşan bir toplum, asla değmeyecek insanlar için canlarını ortaya koyup feda eden Mehmetçikler, dünyalarını dedikoduya adayanlar, ünlülerin ilişki haberlerini anlatan magazin sayfaları, falanca markette indirimlerin geldiğini bildiren reklamlar, Suriye'de; Ukrayna'da; Gazze'de ölen onca masum can, yeni çıkan aptalca şarkılar, hala tırnak uzatmaya kızan ebeveynler, resim çizmenin günah olduğunu savunanlar, chatgbt'ye "insanlığı yok edecek misin?" diye soranlar, halkın umarsızca ezildiği o iğrenç çıkarcı düzen...

Hayvan çiftliğinde olduğu gibi aklını kullandıkça domuzların içerisinde yaşadığını fark ediyorsun. Özgür olmadığını hissediyorsun, dahası biliyorsun. kafasını kullananın kafası eziliyor. satrançta bir piyonsun, hoş at olsan da değişmez ya şaha göre seni yönlendiriyorlar. sen de oturup hangi geleceğe niçin çalışacağını düşünüyorsun. ardından üç kuruş para kazanmak isteyen yirmi yaşındaki genci tag kullanıyor diye taksi çetesi darp ediyor. etrafındaki kimsenin haberi yok umurunda da değil zaten, uykusundan yeni uyanmış da kafası henüz çalışmıyormuş. 

dünya yediye bölünmüştü şimdi ise insanoğlu onu iki yüz sekiz  yaptı. İlk başta farklı yerlerde yerini kurmuş insanlar vardı sadece. bir devletin doğuşu yanında ikinci bir devleti mecbur kıldı ve ikinci bir devletin kuruluşu savaşı getirdi. o günden beri kendisiyle savaştı insan, o günden beri maşa olarak kullanılmaktan bıkmadı insan.

çekip gitmek istersin ama nereye, hiçbir şeyin olmasa varoluş sancıların olacak. insan bir şey yapmaya gelmedi dünyaya ve acı çekiyor boylu boyunca. 

sonuç; inan ben de bilmiyorum.

Cuma, Ocak 24, 2025

etrafımda yalnızım


etrafımda yalnızım
yalnızlığım dolu dolu
ağzımı açamıyorum, dilim kıpırdayamıyor
nefes alamıyorum, hayat içime dolamıyor


gözlerimde suskunum
sessizlik boğazımda boğum boğum
saçlarım arsız rüzgarla sessizce boğuşuyor
nefes alamıyorum, iç çekince hayli ses çıkıyor


ellerimde umutsuzum
avuçlarımda hayal kırıklıklarım sere serpe
parmaklarım dahi bitişmiyor birbirlerine
koşamıyorum, yok halim
sana gerçeği hiçbir vakit söylemeyeceğim


ve yine zihnimde hala o aptal gülümseme
yokluğunla anlaşamadık gülüm
bizi daha fazla cana ciğer etme!..







Cuma, Kasım 22, 2024

mutluluk zorlantısı

sezgilerime göre yaşamam ne hissettiğimi ne önemi var? yapacaklarımı ve yapmayacaklarımı duygularım belirlemez ne hissettiğimin ne önemi var? hayal değil plan kurarım ne hissettiğimi ne önemi var? işlerim ne verimli ne de verimsiz olmaz ne hissettiğimin ne önemi var?


hissetmek yaşayanlar için geçerlidir, bir kere hissetmeye başlamanız demek ölümü de göze almanız demektir. kurtlar vadisi'nde dediği doğru sanıyorum; bazılarımız ölümü değil yaşamayı göze alıyor. bazılarımızın aradığı şey bu dünyada değil o yüzden asla bulunamayacak olandır aranan ve bu dünyadan olmadığı içindir ki ne olduğu da bilinemez. 


zorunlu değiliz mutlu ya da mutsuz olunmaya. oysa insanlar yanılıyor. tutturulmuş bir mutluluk hali, ne olduğu da bilinmiyor sürekli değişiyor adı. ve sadece ısrarla elde tutulmaya çalışılıyor. şu halde mutluluk bir çaba olmalı; yokluğu istenmeyen ve varlığı sizi sürekli bir şeyler yapmaya mecbur bırakan bir çaba. oysa mutluluk zorla olmayandır. peki şu elde zoraki tutulup bırakılmak istenmeyen şey de nedir? mutluluğun zoruntası mı? üzerine misk sıkılmış bir kaç korku kırıntısı mı? nedir o? her mutluluk iyi olmadığı gibi her mutsuzluk da kötü değildir. bildikçe, farkında oldukça komplike olan zihnimiz ve dünyamızda mutsuzluk elde ettiğimiz sonuçlardan sadece biridir. bunu kabul etmek de bir olgunluktur. her şeyin bir bedeli yahut sonucu vardır. asıl mutsuzluk bu sonuçları yok saymaktır. son derece makul ve mantıklı olan mutsuzluğunu zoraki yaptığın mutluluğun(!) yerine koymaya çalışmak bir denklemde uygun olmayan bir değeri ısrarla x'in yerine koyup cevabın doğru çıkmasını beklemek gibidir. mutluluk ve mutsuzluk kabulden gelebilir ama mutluluğun zorlamadan gelmeyeceği kesin. 


sonuç; mutluluk var olandır, keşfedilir, arzulanır oysa ölesiye peşinden koşulmaz zira doğasına aykırıdır.



Cumartesi, Eylül 07, 2024

Belki de tesadüftü

Soğuk gri bir kış günü. Başında köylü şapkası, elleri ceketinin cebinde buna karşın atkısı yok, ceketinin yakalarını kaldırmış... Konsolosluğun önünden geçerken adımları sabitti. Rüzgar sert esmeye başladı ve yükseklerde hareket eden bir şey dikkatini çekti, kafasını kaldırdı. Sallanan bayrağa takılan gözleri ardından Büyük Birader'in bakışlarıyla buluştu. Çok sert ve ikna edici bakıyordu. Bakışlarda boğulduğunu, tetkit edildiğini hissetti. Kravatına bakıyor gibiydi. Elleriyle istemsizce yokladı. Boynunu eğdi ve onu gevşetti. Ardından derin bir nefes aldı, yoldan karşı karşıya geçmek için yaya yolundaki düğmeye basmayı düşündü zihninde. Geldiğinde ise ellerini cebinden çıkarmadı, dirseğiyle dokundu düğmeye ve beklemeye başladı. Arkasından bir el omzuna bastırır gibi oldu. Bu kalabalıkta normaldir yanlışlıkla olmuştur diye geçiştirdi. Lakin bu bastırış ikincisinde daha ısrarcı ve netti. Arkasını döndü. Kendisinin bir başka versiyonu olan adama bakışlarını  sabitledi ve beklemeye koyuldu. Adam "Sen ne yaptığını  sanıyorsun? az evvel seni gördüm" dedi.  Bakışları sertleşmiş ve kaşları çatılmışsa da hiçbir şey anlamadığı için ne cevap vereceğini bilemedi. Neyi görmüştü? "Az evvel Büyük Birader'e saygısızlık yaptın, yürüyordun ama nefretini kusmak için yolun ortasında durup ona baktın, gördüm nefret dolu baktın. Belli, sesini çıkaramıyorsun ama bakıp kravatını gevşettin. Seni anarşist!" Büyük Birader lafını duyanlar da etrafta birikmeye başlamıştı. Bir kadın şemsiyesini adama doğru tutup uzaklardan bağırarak gelmeye başladı. "Evet, ben de gördüm. Sonra bu adam yaya geçidi düğmesine direseğiyle bastı." Bankta yan yana oturan bir çiftten kız olan " Böyle yaparak Birader'e karşı çıktığını sanacak kadar acizdir bu gördüğünüz adam!" demesine kalmadan yanındaki erkek arkadaşı " Hayır, aklınca parmak izini bırakmıyor işte" dedi. O sırada sokağa bir  bastonun sesi doldu. Bakışlar o yöne doğru kaydı. Gri bir ten, ince uzun bir çehre, kızarmış gözler ve keten soluk yeşil takım elbise içerisinde bir adam... Herkes merakla adamın yaklaşmasını izledi. Gelen adam son baston sesinden sonra konuşmaya başladı "Suikast!" Herkes dehşete düşmüştü. Ağızlardan bir "hii" sesi döküldü. Adam aldırmadı ve devam etti fakat kısık sesle, kelime kelime konuşuyordu. "Büyük Birader'e" "O yüzden her yeri örtülü, parmak izi bırakmıyor ve o intikam dolu bakışlar..." Derken arkasını döndü bir iki adım attı ve ellerini kaldırdı, baston tek elinde sallanmaya başladı. "Bu adam Büyük Biraderimize bir suikast girişiminde bulunmayı planlamıştı. Hepimiz yarın saygıdeğer Biraderimizin konsoloslukta bir balkon konuşması yapacağını biliyoruz. Ve işte bu suikastçi  gelip ortamı yokladı, her yerini örttü, tanınmayacağını sanıyordu.  Alacağını aldıkan sonra da hiçbir iz bırakmadan gitmeyi planlamıştı." Bir kadın korkuyla bebek arabasındaki küçük çocuğunun kulaklarını kapattı. Herkes bu suikastçinin korkusuyla bir adım geri çekildi. Adam şaşkınlık ve dehşet içerisinde hakkında söylenenleri izliyordu. Korkudan iki büklüm ve sesi çıkmıyordu. Derken kalabalığın yarıldığını ve gri üniformalı muhafızların geldiğini gördü. Kimse yoldan çekilmeme kibarlığını göstermedi. Herkes adeta "Hayır, o ben değilim" dercesine açıyordu yolu. Yaşlı, bu soğuğa rağmen neredeyse hiçbir şey giymemiş çıplak ayaklı ve şu ana kadar hiç konuşmamış olan bir adam işaret parmağıyla onu işaret etti. "İşte bu!" Bir şey demeye gerek yoktu, herkes bilirdi, muhafızlar dokundularını bırakmaz ve konsolosluğa giren alt sınıf çıkamazdı. Zavallı adamın kollarından sürükleyerek demir kapıların ardına götürdüler. Kimse fark etmemişti bu adama konuşma sırasının gelmediğini. Ses tonu nasıldı kimse hiçbir zaman bilemedi ve belki de konuşup konuşamadığını. Sadece "BÜYÜK BİRADERİMİZ ÇOK YAŞA!" "SUİKASTÇİ ANARŞİSTE ÖLÜM!" nidaları yükseliyordu demir kapıların ardında güvende (!) kalanlardan. Adamın karanlığa boğulmadan son duyduğu şey gene o yaşlı ve ayakkabısız adamın ağzından çıkan "Belki de tesadüftür, evrenin bile tesadüfen olduştuğuna inananlar bu adamın bir ihtimal de şimdi tesadüflere kurban gidebileceğini niçin düşünmüyor?" sözü oldu.





Salı, Nisan 23, 2024

"rüyamda buluttum"

Şu an neredesin?

olmayı hayal ettiğin yerle olduğun yer arasında 

olduğunu zannettiğin kişiyle olmuş bulunduğun kişiliklerin başucunda 

sana bırakılmamış bir hayat ama sürekli sana ait olduğu söyleniyor

ufacık bir kendin olduğunda mutluluktan içine dolan kıvılcımı hatırlıyor musun?

artık böyle olacağım dediğin kaç gecenin sabahında yine yeniden nelere direndiğini ya da

hiçbir zaman fuşyayı sevdiğini bile dillendiremeyişlerin vardı

kimseye söyleyemediklerini boşver gülüm de, ya kendine söyleyemediklerin

alabildiğine bendinden kaçışların; sırf daha az kötü hissetmek için...

içinde yatanlardan korkup beyninin ışıklarını açamamışlıkların

potansiyelini bile keşfedemeyip ölmekten korktuğun olmadı mı hiç?

ya sen asla bu sen değilsen

yoksa bütün ömrünü o ait olduğun yeri arayarak mı geçirdin?

sana söyleneni düşünmek kendi fikirlerini bulmak için çıktığın yoldan daha bir güvenli değil mi?

sevemedin; bir yüzündü kabul edeceğin, halbuki sen ait olmadığın bir gecekonduya sığdırdın ruhunu ve evin diye kabul ettin ya

ömrün için binlerce ihtimalden birkaçına kandın ya

bir de kendini gerçek kılınca mutlu olacakmışsın ya hani

kim dedi bunu sahi?

 maksimumun sana huzurunu getireceğine söz vermiyordu oysa

onu iyi dinle, yaklaşan ayak seslerinde mutluluğun çıkmadığını duyabilirsin

unutma ki bilmek iyidir, çokca bilmekse ölüm...





Pazartesi, Mart 18, 2024

drama köprüsü bre Hasan

gencecik bir ağaca takılı kalmış yıllanmış poşet parçası 

en sevdiğim parkta bir banka çömmüş engin dağlarını izliyorum ülkemin 

bir taş parçası yuvarlanıyor yağan yağmurlarında

ne nereden geldiğini biliyor ne de nerede mola verebileceğini

sahrada bir kum tanesi gibi olmak seni sevmek

öyle ki ne gör beni demeye hakkım,

 ne  yanına ulaşabilmeye gücüm,

 ne de küsmek sana haddim,

bir gün kabul edersin beni diye hayata tutunmaya çalışacağız bir çam ağacının büyümesini öylesine bekleyerek

her gece lambaları yansa da her sokağı kontrol edeceğiz sen isteyene kadar beni 

gülüm; yıllar yılı o denli yol teptim, n'olur geri çevirme senden; seni!



Cumartesi, Mart 16, 2024

sanrıları

 hiçbir vaat bu dünyaya barış getirmeyecekti

insanları barışı görmek için değil göreceğine inanmak için yaşarken

kaos olmasa hayatta kalamazdık ki

ve biz dünya için yas tutacaktık

yas tutmak yaşatacaktı bizi

inançlı ve inançsızlar olarak ayrılacaktık

inançlılar güzel günleri bekleyecekti, inançsızlarsa sonsuz sessizliği arayacaktı

ama kimse aradığını bulamayacak,

ve bir vakit güneş batayazarken, birisi eline televizyon kumandasını aldığında, okyanusta bir balık kolonisi yüzerken yahut; var olurkenki sancımızı da alıp yanımıza, yok olacaktık...



Perşembe, Mart 07, 2024

gülüm...

 bazı geceler vardı çocukluğumda

 karanlığında ben neyi bilmiyorsam saklayan,

gökyüzünden geçen yeşil-kırmızı ışıklı uçakları sayardım

tanıdık bir yüz görmek gibi gelirdi 

o soğuk akşamlarda geleceğime meydan okurdum

küçük, çokça küçük hissederdim kendimi

ya nizamiye kapısında görünmez olursam

ya hazır saymazlarsa beni,

ya red yersem senden...

bir tepeye çıkardım ikindi vakitleri

ellerimde çiçekler, gün batıyor ve önümde alabildiğine dağlar,

hiçbir yere gitmeden her yere gideceğim hissi dolardı içime

çok büyüyünce, daha da çok büyüyünce o dağlarda eğitim alıyorum

ve bir rüzgar esiyor yüzüme;

geç kalmışım gibi hissediyorum

hayatıma geç kaldım, amacıma geç kaldım, yaşamaya ve yaşatmaya geç kaldım!

ürperiyorum...

sevilmekten de geçecek kadar sevebildiğime şaşıp kalıyorum ardından 

hem korkuyorum hem de umut diliyorum kendime gelecek için,

hiç yaşamadığımı özlüyorum, yüküm ağır geliyor ve yamaca oturuyorum

konuşsam iyi gelecek, boyuna susuyorum

sevmenin bedelini anlıyorum, gözlerime doluyorsun...

seni kendimden geçercesine seviyorum, duymuyorsun

senin için yaşıyorum, üzerine alınmıyorsun

kırmızına inat parça parça bölünüyorum, sen ölümü bile kabul etmiyorsun...gülüm

b


Cumartesi, Aralık 23, 2023

şehit evi

soğuk bir rüzgar girer camı kırık pencereden

içieride fırtına oluverir

ısıtırdı belki deyu, bir meşale sokulur bacadan

içeride yangın oluverir

bir yağmur damlası akar sızdıran çatıdan

içeride sel oluverir

ve olabilirdi gelen, izne gelmiş Mehmetçiğim

fırtına ılık rüzgar, yangın gönüllerde ısı, yaşlar sevinç yaşları olabilirdi

ey sokakta umarsızca gezen!; bu evler şehit evleriymiş 

ve hayır, zenginimin bedellisini yoksul Mehmetçiğim ödemiş






Pazar, Aralık 03, 2023

sitare

 umut verme bana nazenin 

yaşatır sanırsın, ölüveririm

öyle sımsıcaklığını duyumsatma bana berceste

ısıtır sanırsın, kuytu köşelerime kar yağar, üzerimde kat kat yorgan, tepemde ise güneş; donuveririm 

öyle melül melül bakma bana mutena

aşık eder sanırsın, kalbimi deler geçer, omuzlarıma ağırlığı çöker; yıkılıveririrm

...





Pazar, Eylül 03, 2023

Şimdi diyardan diyara

otobüs hızlanmaya başlıyordu; kalbi yavaşlamaya, nefesi kesilmeye... Ne olduğunu bile fark edemediği düşüncelerin içine çekildiğini hissetti. Büyük bir şeyi, çokça büyük bir şeyi bir yerde bıraktığı hissi doldu boşlukla kaplı içine. Başını cama yasladı. Otobüs gökyüzüne çıkıyordu. Diğer yolculara baktı, hepsi çok sessiz ve sakindi. Küçük bir çocuğa takıldı gözleri. Yeşil renkli bir tulumu var gariptir ki kırlangıç amblemli bir brove yakasında... Elinde içi boş bir biberon emmeye çalışıyor. Nerede olduğunu anlamışa benzemiyor. Ağzı yarı açık, otobüsün bulutlara gittikçe yaklaşmasının sıra dışılığına kaptırmış kendini besbelli. Gerçi ona her şey sıra dışı henüz. Kadının yanındaki teyzenin elinde oksijen cihazı, sürekli ağzına götürerek nefesini düzenlemeye çalışıyor, ayık olmaya çalışan baştan aşağı siyah ve mora bulanmış kıyafetler içinde bir genç adam... Aşırı zayıf, donukça bakan yeşil gözleri var. Hıh kimin yok ki! Son anda binmişti zaten otobüse, dışarısı soğuksa belki ondan titriyor. Ama hayır hava güneşli. Göğsü sıkışmış olmalı eliyle yokluyor, gözlerini kapattı ve o cümleyi duydu otobüs ''anladığınızı sanmayın''. Sonra kendi avucuna gitti gözleri kadının, dua eder gibi açık kalmışlardı ikisi birden dizlerinin üstünde. Kadının yüzü morarıyor. Ve yine o bir şeyi bırakmışlık hissi. Geriye dönüp baktı. Ankaray'ı geride bırakıyordu. Ankara'yı Ankara'da ona ait olanla beraber geriye bırakıyordu. Neydi peki bıraktığı şeyin adı? Boş versene herkes bir isim takmıştır muhakkak. Ama o bambaşka bir şey diyordu. Sahi niçin binmişti ki bu otobüse? Bir an otobüs hızla yükseldi. Kadın koltuğa yapıştı nefesi kesildi kaçıncı kez... Elleriyle kulaklarını kapattı. Bağırdı, gücü yettiğince bağırdı. En son kez yapıyormuş gibi bir o kadar da ilk kez deniyormuş gibi bağırdı. Talıa, talıa ,talıa!.. Kimseden ses çıkmıyordu, bir süre sonra açtı gözlerini. Evet yeteri kadar yükselmişlerdi. Bebeğe baktı brovesi düşmüştü yakasından ve emmiyordu artık biberonunu belki de boş olduğunu anlamıştı. Teyzeye baktı kadın, bırakmıştı oksijen cihazını düzelmişti artık ihtiyacı yoktu, peki ya genç adam; işte ona bakamadı kadın. Gözlerini kapatması gerektiğini biliyordu. İnsanlar gözleri açık ölüleri sevmiyordu. Korkuyorlardı, sanki o açık gözlerin içine kendi canları da çekilecek gibi korkuyorlardı. Öyle, yaşayan insanlar korkardı ölülerse cesur olurdu. Bazıları cesareti bile öğrenmeye fırsat bulamazdı o bebek gibi. ''kader'' derlerdi ona da. Kimisi kotayı doldurmuş olurdu o teyze gibi, kimisinin ise su testisi su yolunda kırılırdı uyuşturucu bağımlısı son anda komaya girip otobüse binen genç adam gibi... Demek ki hayır üşüdüğü için titremiyordu diye geçirdi aklından kadın. Ve ölüme bu denli yaklaşırken idrak ettiği son şeylerdi ölüm otobüsünde oksijen olmadığı için nefesinin ardı ardına kesildiği ve bu otobüse bir anlık kendi isteğiyle bindiği..... Herkes bir isim veriyordu muhakkak ama kadın ne diyordu peki? Onu bilemeyeceğiz, konuşmadı; söze başlarsa bitmez diye ya da gücü yetmez anlatmaya yarıda bırakır ama yarım kalmasın diye. Peki ya anladığını sanmasın kimse diye? Hoşça kal Aşti peronlardan kalkan 15:30 otobüsü. Hoşça kal o kız kadını ondan alan Ankara.


Pazar, Ağustos 13, 2023

acı çekmecesine bilmek

evrenin bir altın ortası var. bunu Aristotales görmüş olmalı. belli bir dozaja kadar bilgi şart fakat sonrası yük olmaya başlar bilgi öğrendikçe gelişen beyninde. dikkat edin bilgi öğrenmek, bilgiyi ezberlemek değil. cahil, yarı cahil ve bilgin. en tehlikelisi kişi için bilgin olmak fakat kişiler (toplum manasında) için en tehlikelisi de yarı cahil olmak. tümevarım yapalım; yarı cahil insan cahil insandan daha beterdir. çünkü yarı cahil olan birey bildiği kısım ile bilmediği kısmı kapatmaya çalışır. bilir, bilmediğini de yorumlar. bilmediğini yorumlama hakkı ona daha evvel bildiği şeyler tarafından verilmiştir. ve yarı cahillerin bir de bildiğini sandıları vardır. sorun şu ki hepimiz yarı cahiliz. peki ya bilgin olmak? kişinin felaketi... çok bilmek kendine acımayan insanların yapabileceği bir şeydir. bilmekten çekinmemek... cesaret işi, çünkü ''neyden korkarsın?'' demişler ''bilmediğim ne varsa'' demiş. bilmek uğruna mutluluğu feda etmek, edebilmek... şu an Türkiye'de sınır dışı  operasyonlarında neler oluyor bilmiyorum, yeraltı dünyasında bugün kimin en sevdiğinin kanı döküldü bilmiyorum, okusam ömür boyu aklımı kurcalayacak bir soru bekliyor belki de beni şu etrafımı sarmış kitapların arasında fakat ben okumadım ve bilmiyorum... şimdi düşünün ve bu saydılarımın hepsini bildiğimi tahayyül edin. bilmek iyiydi diyorduk değil mi? oysa, oysa gittikçe bilmek yüke dönüşüyor. senin aklına dahi getirmeyip bilmeyerek daha rahat yaşadığın bu dünyada birileri nelere kafa patlatıyor ve ne düşüncelere gark ediyor zihnini. şimdi ya bilmekten çekinmeyeceksin ve o bilmek dozajını aştığında acı çekeceksin yahut bir yarı cahil olarak kalıp bildiğini de bilmediğini de enn iyi ve enn çok sen bileceksin. bunu fark etmeyeceksin çoğu vakit. bir açıklaman olacak yaptığın yorumların için ama fark edersen eğer kendinden iğreneceksin, işte o an gözlerine kirpiklerin ''acizlik'' diye batıyor olacak.

Cumartesi, Ağustos 12, 2023

neden çarpanları-asal çarpanları

                      

sevmediğin şeyleri kendine yük olarak görmek yerine niçin onu dönüştürüp kullanmayı denemiyorsun? bu, evin köşesinde kullanmadığın bir konsolu üzerine düşünerek işe yarar hale getirmek ve bir köşeye atmaktansa başköşeye oturtmak gibi bir şey olabilir. bu noktada matematiğin bir konusunu dönüştürülebilir.

 herkes senin hissettiğini hissetmez. sen bile bazen neyi niçin yaptığını kalbin ve aklınla kestiremiyor olabilirisin. fakat insanın anlama ve algılama gereksinimi yatsınamaz. şu halde kaçınılmaz sonuç ''neden'' sorusudur. ve nedenler son derece doğurgandır. sorgulamak gerekir. ve bunun için bir metod kullanabilirsin, adı mı ne?

neden çarpanları adı verilen kavram da bu şekilde ortaya çıkıyor. bağdaştırılan şey ise matematikteki ortaokul asal çarpanları konusu. bu konu vakit geçirmeyi çok sevdiğim bir parkta kendimle vakit geçirirken bulundu. komplike olmayacak bir örnek vererek başlamak istiyorum. bugün  pasta yedin. ilk neden çarpanımızı kullanalım ve niçin pasta yediğini soralım. çünkü canının istediğine karar verdin. peki niçin canın istedi? çünkü bugün sosyal platform algoritmanda bir pasta gördün ve canını çektiğine karar verdin. hey niçin o pastayı gördün ki? çünkü algoritma senin zevklerine göre düzenlenir ya çoğunluk ihtimaldesin ve pasta görme olasılığının yüksek olduğu bir algoritman var ya da az olan ihtimaldesin ki bu da algoritma karşına yeni bir şey çıkardı demektir. pasta yemenin sebebinin algoritma olmuş olması tuhaf değil mi?

çoğu zaman ''niçin'' demiyor insan yahut tek bir niçin sorusuyla yetiniyor. görüldü. bir şeyin tek bir nedeni olabilir kuşkusuz ama olmayabilir de. üstelik nedenler birbirinden etkilenir vaziyette iken. velhasıl al gardını ne nedenler var karşında kuşanmış duran, hem de ne nedenler. 

        belki ben de gidip bu yazıyı niçin yazdığımın neden çarpanlarını yapmalıyım :))


sitare

 umut verme bana nazenin  yaşatır sanırsın, ölüveririm öyle sımsıcaklığını duyumsatma bana berceste ısıtır sanırsın, kuytu köşelerime kar ya...